2012 İsmek Feshane sergisine "Türk İslam Sanatları (Sanat ve Tasarım)" bölümüne ait "Tezhip" branşı ile devam ediyoruz.
Bu branş ile ilgili daha fazla bilgi almak ve kurs merkezlerini öğrenmek için, tıklayın.
Tezhip branşı bu yıl "Keşkül-ü Fukara" projesi hazırlamış.
Bu bölümü tamamen bu projenin resimlerine ayırdım.
Tezhip bölümüne ait diğer eserleri bir sonra ki bölümde 2 bölüm halinde yayınlayacağım.
"Her kim ki; kendini bildi, Rabbini bildi."
Keşkül-ü Fukara'nın ne anlama geldiğini anlatan üstteki yazı eserlerin yanında yer alıyordu, kolay okuyabilmeniz için yazıyı aynen buraya yazıyorum.
KEŞKÜL-Ü FUKARA NEDİR?
Farsça "KEŞKÜL" (çanak) kelimesi ile, Arapça "FAKİR" (Fukara-yoksul) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. "YOKSUL ÇANAĞI" demektir.
Keşkül, gurur ve kibirlerini yenmek için dilenmeye mecbur edilen dervişlerin, kendilerine verilen her çeşit kuru yiyeceği koydukları kabın adıdır.
Kaba maddesi ve temin edildiği yerden dolayı Osmanlılar Narcil-i Bahri, Fransızlar Coco de mer, İngilizler ise Sea coconut demişlerdir.
Hepsinin mânası da, Deniz Hindistan Cevizi mânasına gelmektedir.
Bu kabın maddesi uzak Hint Adalarında yetişen bir cins Hindistan cevizi kabuğudur.
Kabın şekline sadık kalınarak gümüşten, bakırdan, sarıdan ve ahşaptan yapılanları olduğu gibi, gümüş ve altın çakmalıları da vardır.
Tarikat ehillerince maddi ve sanat değeri çok yüksek olan bu kaplarla dilenmek, ihtiyaca yönelik olmayıp, tarikat felsefesine yönelikti. Mevlevi Tarikatında, el açmak (dilenmek) yasaklandığından, Mevlevi Dervişleri niyazı (Nezîr-Hediye), Hak'tan bilerek teberrüken (mübarek görerek) kabul ederlerdi.
Yolculuk sırasında aldıkları bu niyazları gittikleri yere yardım olarak götürürlerdi.
Dervişler kendilerine verilen keşkülleri, zincirlerinden kollarına asarak taşırlardı.
Diğer bir anlatım:
Devamlı seyahat eden Dervişlerin yiyecek ve içecek saklama kabı olarak kullandıkları keşkül, eşsiz şekliyle dünyanın "deniz" veya "çifte ceviz" olarak bilinen en büyük tohumdur. Keşkül kelimesi, bir zamanlar bu nesnenin omuz üstünde taşındığına işaret ediyor. Çünkü taşımak anlamına gelen Fasrça "kash" ve kashidan" veya şimdiki hâliyle "keshidan" ve omuz anlamına gelen "kul" kelimesinden meydana geliyor.
Şeyh Yahya Agâh Efendi "Mecmuatüzzaraif" adlı eserinde keşkülün kerametlerine dâir
rivâyetler aktarır. Kadiri şeyhinin emri ile Mısır'a gelen Kaygusuz Sultan, o sırada sıkıntılı bir hâlde bulunan Mısır Melikinin sıkıntısını giderince Melik kendisine, "ne muradın varsa göreceğim" der. Kaygusuz da keşkülünü pirinçle doldurmalarını ister.
Melik "isteye isteye bir keşkülcük pirinç mi istiyorsun?" diye hayret edince, "siz doldurun" diye ısrar eder. Neticede keşküle pirinç konmaya başlanır.
Ancak çuvallarla pirinç konduğu hâlde keşkül bir türlü dolmaz.
Nihayet bir müddet sonra keşkül dolar. İşin hakikati ise o zaman anlaşılır.
Meğer pirinçler Halep'teki Kaygusuz'un şeyhinin tekkesine gitmekte imiş ve şeyhi "el verir yeter" deyince ye kadar da keşkül dolmamış.
Öz olarak;
Bir derviş çeyizi olan keşkül sembolik olarak pek çok sırrı içinde barındırır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder